18 Ağustos 2012 Cumartesi

Eleştirel Olmayan İdealizm

Doktoraya ilk başladığımda anlamakta zorlandığım bir kariyer profiliyle karşılaşmıştım sınıf arkadaşlarım/meslektaşlarım arasında. Şurada taşra üniversiteleriyle ilgili yazıyı okuyunca tekrar aklıma geldi, buraya not düşeyim dedim.

 İdealizm ve pragmatizm arasında bir ikilem öngörülür genelde. İdealist eylemlerini soyut bir idealle tutarlı olacak şekilde düzenlemeye çalışır. “Kategorik emir” formatında ilkeler vardır en temelde. Hangi koşulda olursa olsun, idealist bu emirlere uymak zorunda hisseder kendini. İdealist için eylemler ikincil derecede belirleyicidir. İdealler eylemleri belirler. Pragmatist için ise eylemler daha temeldedir. İdealler ancak bir eylem olarak vardır, araçsaldır. Diğer eylemlerini seçer gibi seçer pragmatist düşüncelerini.

İdealist ve pragmatist arasındaki ikilem çoğu zaman idealisti bir dava için çabalarken, pragmatisti ise güç peşinde bir çıkarcı olarak gösterir. Oysa elbette resim bu kadar basit değil. Bir idealist eğer uzak bir dava için çabalıyorsa kısa vadede sağ kalmayı, güç kazanmayı tercih ederek bir pragmatist gibi davranabilir. Öte yandan bir pragmatist de uzun vadeli bir hesap yaparak kısa vadede güç kazanmaktan feragat edip idealist olarak davranmayı ve hatta bir idealist olmayı seçebilir. Bu seçimlerin bilinçdışı boyutlarını da hesaba kattığımızda  resim, bizi idealizm ve pragmatizm arasında ayrım yaptığımıza pişman edecek kadar karmaşıklaşabilir.

Bu karmaşık resme ufak bir ekleme de başlıkta ismini verdiğim kariyer profili. Bu profili akademi özelinde tarif edeceğim ama bu profilin sadece akademiye özgü bir fenomen olduğunu da düşünmüyorum.

Akademide idealizm benim için doktoraya başlamadan önce kaba bir bilimselcilik sınırları içindeydi. Gerçek orada bir yerdedir. Doğru yöntemler seçilirse bu gerçek kendini eksik de olsa gösterir. İdealist bir akademisyen için dolayısıyla amaç sadece ama sadece gerçeği bulmak olmalı. Akademik idealizmin eleştirel bir boyutu olduğunu bana düşündüren şey ise akademik prestij piyasasıydı. Akademi, akademisyenlerin prestij kazanmaya çalıştıkları bir “mekan” haline gelmişti. İnsanlar gerçeği bulmak için değil, gerçeği bulmak için gerekli olduğu düşünülen yöntemleri en iyi, en güzel biçimde uygulayan insanlar olarak görünme derdine düşmüşlerdi. İşte bunun için gerçeği bulmak için gerekli çabayı göstermek yerine yayın yapmaya yetecek kadar çaba göstermeyi tercih ediyorlardı. Gerçeği bulmak için gösterilmesi gereken çaba bir akademisyeni gerektiğinde yayın yapmaya ara verdirecek ve onu belirsiz bir yola sokacak bir çabaydı ve belli bir yaratıclığı içeriyordu. Oysa yayın yapmak için gereken çaba literatür hakimiyetini ve literatürde bir şekilde gözden kaçmış ama ilgi çekebilecek bir konuda bilgi formatında metin üretmeye yetecek kadardı. İlk grup idealist, ikinci grup da pragmatisti benim gözümde. İdealist akademisyen bu yüzden akademideki bu prestij temelli “çürümeye” karşı eleştirel bir tavır içindeydi. Kendini akademik pragmatislere karşı konumlandırıyor, onlardan incelikli emeği sayesinde ayrılmaya çalışıyordu. Pragmatist ise benim gözümde prestij için yakalanmayacağını bilse intihal yapmaktan bile çekinmeyecek bir profildi.

Doktoraya başladığımda idealizmle pragmatizm arasında yaptığım bu naif ayrımı karıştıracak kariyer profiliyle karşılaştım. Bu profil benim gerçeği bulmak için gerekli olduğunu düşündüğüm çabayı harcıyor. Yapacağı yayınlara doğrudan katkısı olmasa bile alanıyla ilgili öğrenilebilecek şeyleri öğrenmeye hevesli. Bilgiye sırf bilgi olduğu için değer veriyor, yöntemlerin inceliklerini kullanmayacak olsa bile öğrenmeye çalışıyor. Durmadan çalışıyor ve bilimsel sorunlara sıradan olmayan çözümler bulmak için ciddi bir şekilde emek harcıyor. Bu tavırlarıyla tam bir akademik idealist gibi görünüyor. Ama diğer akademisyenlerle, mesela profesörlerle olan ilişkileri, konu ve yöntem seçimleri itibariyle tam bir kariyerist gibi düşünüyor. Devamlı akademik prestijini en üst seviyeye çekmeye çalışıyor bu profil. Mesela iyi bir okulda iş bulmaya ölüm kalım meselesiymişcesine değer veriyor. Seçtiği konuların hem okuldaki hem de genel akademi tarafından ilgi çekecek, popüler konular olmasına dikkat ediyor. Kullandığı yöntemler temelde yine popüler ya da profesörlerin kullandıklarından. Ama kendisine prestij katmak için hocaların bir nedenden dolayı ulaşamadıkları bir derinlikte kullanıyor bu yöntemleri.

Bu, kariyer için bir idealist gibi çalışma alışkanlığına sahip ve Türkiye’de az sayıda olduğuna şahit olduğum profile eleştirel olmayan idealist adını vermiştim kendi kendime. Eleştirel değiller çünkü akademi içindeki prestij piyasasıyla bir dertleri yok. Tam tersine prestij piyasasının gerçeğe ulaşmak için gerekli motivasyonu sağladığına inanıyor bu profil. Kullanılan yöntemler -onu eksik uygulayan akademisyenleri saymazsak- temelinde o kadar doğru bir tavrı taşıyor ki yöntemlere hakimiyet üzerinden tanımlanan prestij tam da bilimsel “gerçeği” bulmak için “gerçekten” çabalayan akademisyenleri seçiyor, bu profilin gözünde. Bu yüzden prestij sahibi olmayan ve kenarda köşede kalmış alternatif yaklaşımlardan haberdar olmaya bile gerek yok. Ana-akım literatürde uzmanlaşmak yeterli. Muhafazakarlık da bu alternatif yaklaşım konusundaki ön yargıdan giriyor akademinin içine.

Şimdi düşününce neden Türkiye’deyken böyle naif bir idealist-pragmatist ayrımına sahip olduğumu, aklıma merkez ve çevre ayrımı geliyor. Türkiye’deki akademi merkezde değil. Dolayısıyla merkezdeki rekabet ve akademik liyakat standartları aynı sıkılıkta mevcut değil. Bu yüzden konusunda uzmanlaşmış akademisyenle ismi bilinen, saygı gören akademisyen arasındaki mesafe merkeze göre daha yüksek. Haliyle çevreden merkeze baktığımda o gözümde devleştirdiğim akademisyenlerin eleştirel olmamalarını göremiyordum. Tek gördüğüm teknik kapasite ve yaratıcılıktı ve ben etrafımda buna benzer meziyetleri isminin duyulması yerine kendini bilimsel gerçeği bulmaya adamış az miktarda akademisyende görüyordum. Bu yüzden herhalde idealizmle akademik uzmanlaşmayı, yaratıcılığı ya da çok çaba harcıyor olmayı aynı kefeye koyuyordum. 

Türkiye’deki akademik çürümeyle ilgili tartışmalarda da benzer bir yanılgı gözüme çarpıyor bazen. Eğer bir akademisyen intihal yapmıyorsa, kendini tekrar etmiyor ve yeteri kadar teknik derinliğe sahipse makul akademisyen olarak resmedilebiliyor. Çünkü çürümenin alameti olarak intihal, kendini tekrar ve/veya teknik donanımsızlık gösteriliyor çoğunlukla. Oysa merkeze gelince gördüğüm kadarıyla akademik çürüme başlığı altına sokmak isteyebileceğim toplumsal iktidar karşısında muhafazakar bir konum almak, ekonomik ve/veya siyasi gücün bilimin gündemini ve yöntemini belirlemesine katkıda bulunmak gibi “çürümüş” akademisyenlerin tipik tercihlerini üreten düzenek Türkiye gibi çevre akademilerdeki intihal vb. vakalardan çok daha derin, çok daha vahim.

6 yorum:

  1. Bilmem yazını doğru anlıyor muyum? Önceleri kafandaki idealist figürü yayın yapmayı nihai hedef bellemektense, gerçeği bulmak adına mükemmeliyetçilik ve yaratıcılığı tercih eden kişiydi.

    Pragmatist ise yayın yapmak adına kabul gören yöntemleri sadece yeterince iyi uygulamaya çalışan, ve hatta bu yolda her yöntem mübahtır diyen kişiydi. Yani fazla kariyeristti.

    Doktora sırasında rastladığın eleştirel olmayan idealistler ise ezberini bozdu bir anlamda. Onların da aynı pragmatistler gibi konu ve yöntem seçimlerinde gayet kariyerist olduklarını gördün. Pragmatistlerden tek farkları uygulamadaki mükemmeliyetçilik arzuları idi. Neticede akademik prestijin -hedefleri daha küçük olan çevrenin aksine- merkezdeki algılanışı 10 orta kalite dergide yayın yapmaktansa AER'da 1 makale basmaktı. Hatta AER'da makale basmanın da ötesinde alanın duayenleri tarafından daha çok övgü alan bir AER makalesi basmaktı. Ama çevreden merkeze bakarken "eleştirel olmayan idealistleri" gerçek idealist zannetmek çok daha kolaydı diyorsun.

    Eleştirel olmayan idealistlerin sana aslında idealist olmadıklarını düşündürten şey bu akademisyen profilinin konu ve yöntem açısından ekonomik ve siyasi iktidarın dümen suyuna gidiyor ve hatta onu tekrardan üretiyor, güçlendiriyor oluşları mı? Yani sorun bu akademisyenlerin bir gerçeği aramamaları değil, hangi gerçeği aramayı seçtikleri mi? Yoksa bunun da ötesinde ortada bir gerçek olduğuna dair inançları mı sorunlu olan?

    Belki bir devam yazısı olarak idealist olmanın yolunun sana göre nereden geçtiğine değinebilirsin. Zira bu konuda merak ettiğim bazı hususlar var. Örneğin prestij piyasasına eleştirel yaklaşmadıkça idealist olunamayacağını mı savunuyorsun? Sisteme sistem dışında bir yerden saldırmak mıdır tek çıkar yol? Bu bağlamda hetorodoks iktisat yapan akademisyenleri nereye yerleştiriyorsun?

    YanıtlaSil
  2. Aslında naif olan idealizmle pragmatizm arasında yaptığım ayrımdı sanırım. Gerçek bir idealistten bahsedebileceğimi düşünmüyorum pek. Eleştirel olmayan idealist zamanında yapmış olduğum ayrım yüzünden aklıma gelen bir isimdi. Yoksa eleştirel olan idealist olarak kafamda konumladığım gerçek bir idealist pozisyon yok.

    Sorun aradıkları gerçekliğin başka gerçekliklere kıyasla muhafazakar olması değil, bulduklarının aslında gerçeklik olmaması olarak da ifade edilebilir belki. Sosyal bilim özelinde muhafazakar bilgi gayet de toplumu anlamayan bilgi olarak konumlandırılabilir. Sanırım mesela heterodoks iktisatçılar genelde böyle bir tavra sahipler. Ama bunun da çok doğru olduğunu düşünmüyorum.

    İdealist olmak kendi başına iyi bir şey değil çünkü içinde biraz naiflik barındırıyor. İdeallerin bazı çıkarlara hizmet etmesinin üstünü kapatıyor. Bu yüzden kariyerist idealistleri idealist olmadıkları için değil belki de tam tersine idealist oldukları için eleştirmek mümkün. Kariyerist idealizmleri konformizmlerinin üstünü örtüyor. Prestij peşinde bilim yaptıklarını düşünüyorlar ama aslında bilim yapmak sayesinde kazandıkları yaşam standartlarının kaybolmasından korkuyorlar. Bu açıdan benzer bir eleştiri heterodoks iktisatçılara da getirilebilir. Sonuçta heterodoks iktisatçı oldukları için daha az kazansalar da, anlamaya çalıştıkları insan gruplarının günlük hayatta ödediği bedellerin binde birini ödemiyorlar. Onların idealizmi de onların, savundukları sınıflara, gruplara olan yararsızlığının üstünü kapatıyor çoğunlukla. Bu açıdan sistemin dışı bence yok. Haliyle çıkar yol da yok. Sadece benim gibi istediklerinin ne kadar zor ama bu zorluğa karşın ne kadar anlamsız olduğunu gören ve bunu kapatmak için eleştirel blog yazıları yazanlar var :)

    YanıtlaSil
  3. Sanırım dışarıdan gözlemlediğimiz bireyleri nitelerken genel geçer bir idealist-pragmatist ayrımı yapmaya çalışmanın naifliği bu kavramların bireyin gerçek niyetine ve benimsediği inanç sistemine (ki bunları dışarıdan gözlemlemek pek de mümkün değil) içkin olması. Mesela bireyin sistemin içinden veya dışından konuşuyor olması çok da belirleyici gelmiyor bana. Ama kavramsal olarak yine de naif bulmuyorum bu ayrımı. Pragmatist hedeflerine giderken kendini belirli bir değerler sistemine bağlamayan, eylemlerini bununla koşullamayan kişi gibi. İdealist olmak için soyut veya somut bazı hedeflerin olması gerekli ama yeterli koşul değil. Aynı zamanda söz konusu hedefe farklı yollardan ulaşmanın mümkün olması, bu yollardan birini seçmemizi gerektirecek bir değerler sisteminin benimsenmesi ve bireyin bu değerler sistemi ile çelişmeyecek söylem ve eylemlerde bulunmaya çalışması gerekiyor. İdeallerin bazı çıkarlara -ki bunlar tamamen bireysel çıkarlar da olabilir- hizmet ediyor olması çok sorun gibi gelmiyor bana. Yeter ki bu çıkarlar idealistin belirlediği hedefler ve seçtiği yolla çelişmesin. Bu çıkarlar idealistin ilan ettiği bir ara veya nihai hedef de olmayabilir. Mesela hedefe giderken seçilen yolun bir yan sonucu olabilir. Bu durumda bile şayet seçilen yol bu çıkarları amaçlayarak seçilmemişse idealist kalınabilir.

    "Eleştirel olmayan idealist" bir akademisyenin mevcut sistemin parametrelerini benimsediği ve bunlara bağlı kalarak, bu anlamda da sistemin içinden ve onunla çelişmeyecek şekilde, kendilerine ve mümkünse toplumun geri kalanına bir amaç doğrultusunda (örneğin yoksulluğu azaltmak) faydalı olmaya çalıştıklarını düşünelim. Bu idealist bir akademisyen olur benim gözümde.

    Son olarak cevabına dair itirazım olan bir iki nokta var. Kariyerist idealistlerin yaşam standartlarının kaybolmasından korktuklarını zannetmiyorum. En azından akademi özelinde, çalıştıkları yerde kalıcı olmayı garantiledikten sonra yaptıkları araştırmaların niteliğini ve genel olarak akademik seçimlerini bu tarz bir korkunun şekillendirmesi pek olası değil. O yüzden prestij ve/ya toplumsal fayda gibi hedefler daha belirleyici diye düşünüyorum.

    İkinci olarak eleştirel olmayan idealistlerin ürettiği bilginin toplumda (en azından söylemsel düzeyde) yardım etmek istedikleri kesimlere yararsız olup olmadığı son tahlilde idealistlikleri hakkında çok da bir şey söylemiyor sanki. En azından yukarıda yaptığım tanımı verili alırsam.

    Son olarak kendi istediklerini de anlamsızlığa mahkum ederek iyice nihilist bir çizgiye çekilmek için yeterince sebebin var mı? İdealist olmaya çalışmak hiç yoktan iyi değil mi?

    YanıtlaSil
  4. "Pragmatist hedeflerine giderken kendini belirli bir değerler sistemine bağlamayan, eylemlerini bununla koşullamayan kişi gibi."

    Bu kısım mesela göreli olarak doğru olsa da bilinçdışını hesaba kattığımızda daha az geçerli olmuyor mu? Eğer karar alma konumunda olamayanlardan bahsediyorsak genellikle sağ kalmak, karar alabilecek konuma gelmek oluyor pragmatistin hedefi. Sonuçta ortada somut bir hedef var. İdealist diye nitelendirilenin hedefleri genellikle biraz daha alturist, biraz daha toplumsal içerikli oluyor sadece. Ama "ben" algısı kendi bedeninden daha geniş herhangi bir pragmatist de o zaman idealist sayılabilir.

    "İdeallerin bazı çıkarlara -ki bunlar tamamen bireysel çıkarlar da olabilir- hizmet ediyor olması çok sorun gibi gelmiyor bana." Bence de sorun yok zaten. Sorun bu çıkarlara karşı farkındasızlık. İdealleri olduğunu düşünen biri aslında bazı çıkarları kapatmaya çalışıyor oluyor. Bu çıkarlar idealize ettiği amaçla -kısa veya orta vadede- çelişmeyebilir, ama bu idealler yüzünden bu çıkarlar idealiste görünür değil. Eleştirel olmayan idealist kendisine kabul edilebilir çıkar olarak prestij çabasını görüyor. Diyor ki "idealim şu şu bilimsel sorunu çözmek ama bunu yaparken prestij de gelirse hayır demem." burada eleştirilmesi gereken şey bu kişinin prestij peşinde idealizminden ödün vermesi değil çünkü dediğin gibi prestij peşinde koşması bu kişinin bilimsel sorun çözme idealiyle çelişmiyor. Sorun prestijle saklanan başka bir çıkar olması: konformizm. Akademisyen kendini prestij ve bilimsel sorunu çözme yolunda paraladığını düşünürken aslında toplumsal eşitsizliklerden nasıl da kaçtığını, onlara sırtını döndüğünü hatta bu eşitsizlikler sayesinde yaşamına devam edebildiğini unutuyor. Sosyal bilimciler için bilimin gündemi buna örnek olabilir belki ama sosyal eşitsizliklerle ilgilenmesi gerekmeyen doğa ve soyut bilimciler için de örnek bulmak mümkün. Bilimin şirket projelerine peşkeş çekilmesine sessiz kalınması, bilimsel metin gibi akademik ürünlerin erişilemezliği sorunu konusundaki genel umursamazlık, temel sorgulamalardan haberi bile olmayan çoğu akademisyen fizik, matematik gibi alanlardaki akademik çürümenin göstergeleri olarak sayılabilir. Çoğu akademisyen prestij peşinde koştuğunu düşünürken bu çok daha temel alternatiflerden kaçtığını kendisinden saklıyor. Sorun bence bu.

    "İkinci olarak eleştirel olmayan idealistlerin ürettiği bilginin toplumda (en azından söylemsel düzeyde) yardım etmek istedikleri kesimlere yararsız olup olmadığı son tahlilde idealistlikleri hakkında çok da bir şey söylemiyor sanki. En azından yukarıda yaptığım tanımı verili alırsam. "

    yararsız bilgi eleştirisini eleştirel olmayan idealistler için değil doğrudan biraz daha eleştirel görünen heterodokslara yönelik söylemiştim. Normal, eleştirel olmayan bilimciler için elbette üretilen bilginin yararsızlığı idealleriyle çelişmiyor çünkü öyle bir idealleri yok zaten. Ama bilginin yararsızlığı heterodoksların idealleriyle çelişiyor. Mesela feminist iktisat yapan bir akademisyenin çalışmaları kendi yaşamı dışında hiçbir kadının yaşamında bir düzelmeyi tetiklememişse veya tetiklemesi ihtimali çok düşükse o zaman bu akademisyenin idealizmi eleştirilebilir bence.

    nihilizm konusunun da yakında geçeceğini umuyorum, sadece çıkış yolunu göremedim henüz.

    YanıtlaSil
  5. "Bu kısım mesela göreli olarak doğru olsa da bilinçdışını hesaba kattığımızda daha az geçerli olmuyor mu?"

    Burada kastettiğin benim pragmatist dediğim bireyin aslında kendisinin de farkında olmadığı motivasyonları ve alttan alta davranışlarını güdüleyen bir değerler sistemi olması ihtimali mi? Eğer kastettiğin buysa tanımın özünü değiştirmeden idealizm ve pragmatizmin öznesini bilinç dışı olarak değiştirebiliriz. Haklısın önceki tanım göreli çünkü bireyin gözlemlenebilir davranışları değil kendi motivasyonlarını nasıl algıladığı üzerinden kuruldu.

    "İdealist diye nitelendirilenin hedefleri genellikle biraz daha alturist, biraz daha toplumsal içerikli oluyor sadece."

    İdealist olarak tanımladığımız veya kendini idealist görenlerin daha altruist hedefleri olması idealizmlerinden kaynaklanmıyor olabilir. Tam tersi, idealizmleri seçilen hedefin türünden kaynaklanıyor belki de. Hedefler daha ulaşması zor, daha uzun vadeli veya daha ütopikse belki de bir değerler sistemine bağlı kalmak daha kolay oluyordur. Hedefler kolaylaştıkça da idealist bir perspektife yer kalmıyor veya pragmatik olmak daha cazipleşiyor diyebiliriz. Kısaca bence idealizm ve pragmatizmi hedeflerin ne olduğundan bağımsız olarak tanımlamak mümkün.

    "İdealleri olduğunu düşünen biri aslında bazı çıkarları kapatmaya çalışıyor oluyor."

    Bu saptaman genel geçerlenebilir mi? Bazı kimseler idealist söylemleri söz konusu idealler uğruna değil de başka bazı çıkarlarının üzerini kapamak için araçsallaştırıyorsa bu idealist duranlara şüpheyle yaklaşmamızı gerektirebilir. Ama idealist söylemi tümden gözden düşürmek de anlamlı değil.

    "Sorun bu çıkarlara karşı farkındasızlık. İdealleri olduğunu düşünen biri aslında bazı çıkarları kapatmaya çalışıyor oluyor."

    Burayı tam anlayamadım. İçten içe kendimizi de rahatsız eden bir takım çıkarların peşinde koşarken kendimizi daha rahat hissetmek için bizi bu çıkarlara ulaştıracak bir idealist duruş benimsiyor, ve bir süre sonra, tam da planladığımız gibi bu duruşun o çıkarlara nasıl hizmet ettiğini unutuveriyoruz mu demek istiyorsun? Bu her idealist için geçerli mi?

    "nihilizm konusunun da yakında geçeceğini umuyorum, sadece çıkış yolunu göremedim henüz."

    Belki hayata dair daha çok aksiyom yapman lazım :)

    YanıtlaSil
  6. İdealistlerin ideal seçimi bilinçli değil, ideolojik (hoş, çok zorlarsan bilinçli ve ideolojik diye bir ayrım yapılabileceğini de inkar edebilirim). İdealler bence neredeyse tanım gereği belli bir benlik algısı çerçevesinde, bu benliğin sağ kalma ya da güç artırma amacına hizmet ediyor. Ancak bu çıkarlar çok katmanlı. Genellikle daha yüzeydeki çıkarlar bilinç seviyesine çıkabiliyorlar. Bu durumda idealist bu çıkarlarla ya mücadele ediyor ya da bu yüzeydeki çıkarların da peşinde koştuğunu kabul ediyor eğer idealleriyle çelişmediğini düşünüyorsa.

    Eleştirel olmayan idealist dediğim akademisyen tipi için prestij, yüzeye yakın bir çıkar. Bu yüzden çoğunluğu diyemesem de önemli bir kısmı prestijin yaptıklarının bir kısmını motive ettiğinin bilincinde. Çünkü dediğin gibi onların gözünde prestijle bilimselci ideali çelişmiyor. Buna merkezdeki bilimciler için ben de katılabilirim. Yüksek rekabet düzeyi hakikaten prestij savaşını bilime katkı idealiyle örtüştürüyor.

    Ancak gördüğüm kadarıyla çok çok az bilimcinin bilincinin ulaşabildiği bir çıkar daha var, o da bence konformizm ya da muhafazakarlık. Çok az bilimci yapılan bilimin değişik seviyelerde toplumsal ideolojiyi yeniden ürettiğini fark edebiliyor. Haliyle çok az bilimci aslında özgürlükçü ve baskılayıcı gibi bir ayrımda baskılayıcının tarafına yakın olduğunu görebiliyor. Konformizm, bu yakınlığın getirdiği hayat standardını normal ya da ahlaklı saymakla ilgili bir tavır. Çok çok az bilimci özgürlükçü tavır almanın olası bedellerini (çok daha az para kazanmak, gerektiğinde devletlerin baskı araçlarını karşısına almak, ezilenlerle onların kötü şartlarında beraber yaşamak gibi) göze alıyor. En eşitlikçileri genellikle çalışma konularını ve yöntemlerini biraz daha reformcu bir bakış açısıyla seçiyor. Eleştirel olmayan idealistlerin bilimcilik ideali ve prestij çıkarı anlayışları daha derindeki muhafazakarlık çıkarcılığını (ve idelistliğini) kapatıyor bence. Bunun bir unutma ilişkisi olduğunu da düşünmüyorum. Çok nadir durumlar hariç bir sosyal bilimci zaten hiçbir zaman bilimin aslında çoğunlukla ideolojik bir aktivite olduğunu öğrenmiyor. Bu yüzden mesele unutma değil toptan öğrenme meselesi.

    YanıtlaSil