26 Eylül 2011 Pazartesi

İktisadi Tavsiyenin İmkanı Üzerine

Bazı bilimciler yaptıkları işin insanlığa faydalı olabileceğini düşünür. Bu fayda gerçeği bulmak gibi nispeten soyut bir amaç olarak düşünülebileceği gibi, bir grup insanın hayatında iyi yönde değişiklik yapmak da olabilir. Doğa bilimlerinde teknoloji daha açık bir şekilde algılanabilirken, sosyal bilimlerde toplumsal fayda biraz daha sorunlu bir kavramdır. Bu yazıda bir sosyal bilim olarak iktisadın kapsamındaki hangi tür çalışmaların iktisadi politika önerisi oluşturabileceğini tartışacağım.


Gazete ve dergilerin ekonomi bölümlerine düzenli yazı yazan köşe yazarları neredeyse her gün ufak çaplı önerilerde bulunurlar. Çok büyük çoğunluğu önerilerini dikkatlice kurgulanmış modeller üzerine kurmaz. Ama akademik makaleler dâhil, biraz daha ciddi metinlerde genellikle kuramsal bir dayanak bulmak mümkün. Ancak bu ciddi önerilerin büyük bir kısmı kuramsal bir modele değil de, istatistiksel gözlemlere dayanıyor. Bu gözlemler genellikle doğrusal bir ilişkinin ya da doğrusal bir ilişki ile yeterli oranda az hata payıyla temsil edilebilecek doğrusal olmayan bir ilişkinin parametrelerinin tahminleri üzerine kurulur. Bu tahminler sayesinde incelenen iktisadi düzen hakkında bazı eğilimler, örüntüler görülür. Sonra da bu eğilimler üzerinden bu düzeni değiştirme gücü olan otoriteye tavsiyelerde bulunulur. Bu, ilk bakışta makul görünen yol aslında temel bir hata içeriyor.

Lucas’ın Eleştirisi

Lucas [3], 1976 yılında yazdığı ünlü makalesinde yukarıda bahsettiğim tarzdaki ekonometrik öneri üretimini eleştirmişti. Bu eleştiri o kadar ünlü oldu ki iktisat camiasında, Lucas'ın Eleştirisi diye anılır oldu. Eleştiri şu şekilde gelişiyor: Diyelim elimizde hareketli (dinamik) bir ekonomi var. Bu ekonominin hareketini belirleyen iki tip değişken var: içsel –yani ekonominin tanımı gereği ekonominin birer parçası olanlar- ve dışsal -yani içsel olmayan- değişkenler. Dışsal değişkenlerden bir tanesi de, hükümetin ekonomiye müdahalesini parametreleştirsin diyelim. Bu ekonomide yaşayan, ekonominin hareketlerini gözlemleyen ve buna göre karar alan insanlar yaşıyor. Ekonominin içsel değişkenleri de bu kararlarca belirleniyor. Ekonometrik politika önerisi, ekonominin içsel değişkenlerinin şu anki değerleri tahmin edilerek yapılıyor. Ancak politikanın başarıya ulaşması için politikanın üretildiği düzenle politikanın uygulanacağı düzenin aynı olması gerekir. Dolayısıyla bu tarz önerilerin önerilmesi, iktisadi oyuncuların kararlarının bu öneri uygulandığında değişmeyeceğini kabulünü yapıyor. Lucas gibi yöntemsel bireyci bir iktisatçı için, oyunculardan kasıt tek tek tüm tüketiciler, çalışanlar, sermaye sahipleri ya da kısaca tüm insanlardır. Bu durumda, düzenin politika önerisiyle değişmeyeceği kabulü, insanların beklentileri hesaba katıldığında elbette makul olmaktan çıkıyor. Daha sonra Lucas kendisini Nobel ödülüne götürecek çalışmalarla bu eleştiriden muaf modeller ve öneriler üreten neo-klasik iktisada büyük katkılarda bulundu. Bu tip modellerin -içinde genel denge olması, matematiğinin sıkıcı ve bazen oldukça zor olması dışında- temel özelliği arka planında bir mikro iktisat modeli olması; yani, insanların ve şirketlerin beklenti ve kararlarını neye göre oluşturduklarını hesaba katması.

Friedman’ın Açıklayıcı Kuramı

Bu aşamada yanıtlanması gereken anahtar bir soru çıkıyor karşımıza: İnsanların seçimlerini hangi koşullarda değiştireceklerini tahmin edebilmek için acaba insanların o seçimleri neden yaptığını anlamamız gerekir mi? Ya da insanları tahmin etmek için karar verme mekanizmalarını hatasız temsil edebilmemiz şart mı? Bu sorunun yanıtına “elbette evet” diyorsanız, lütfen bir kez daha düşünün.

Bilim nedenleri bulmaz aslında. İsmine neden denilen ilişki en iyi ihtimalle belli gözlem ve kuram anlayışı kullanıldığında görünür hale gelen etkileşim kanalıdır. Biraz salakça bir örnek olacak ama yer çekimi “kanununu” düşünün. Kitlelerin neden birbirlerini çekiyormuş gibi davrandığını açıklamaz aslında bu kuram. Kütle sahibi cisimlerin hareketleri arasında, tahmine yarayacak bir ilişki verir.

Friedman [1], davranışların nedenlerini bilmenin gereksizliği argümanını açıklamacı (positive) bir kuramın neye göre değerlendirilmesi gerektiğini tartışırken kullanıyor. Friedman'a göre bilimin amacı son aşamada nesnenin davranışının değişen koşullarda nasıl değiştiğini tahmin etmektir. Bu durumda, bilimsel bir kuram -diğer yan ölçütler dışında- ancak tahmin gücüne göre değerlendirilebilir. Bu yüzden eğer bir kuram gözlemlerle yüksek oranda tutarlı ise, bu kuramın üzerine kurulduğu kabulleri “gerçekçi değil” diye eleştiremezsin. Çünkü zaten gerçekçilik ölçütümüz kuramın gözlemlerle örtüşmesi.

İktisadi kuramlar genellikle matematiksel nesnelerle kurulmuş bir takım ilişkiler şeklinde ifade edilir ya da kurgulanır. Bu kurguların başında bir sürü kabul yapılır. Genellikle yapılan bir kabul, tahmin edeceğiniz gibi araçsal akılcılık kabulü. Bu kabule göre insanların ve karar alan tüm kurumların (şirketler, hükümetler v.s.) düzgün tanımlanmış tercihleri vardır ve tüm karar mercileri bu tercihlere göre en iyi seçeneği seçer. İyi tanımlanmış tercihlere sahip olmak pek kolay bir şey değildir doğrusu. Bazı durumlarda bir alternatifin öbüründen daha çok para getirip getirmediği bile hesaplanamayabilir. Bu tarz hesapları kendi gelişmiş bilgisayarlarında yapamayan iktisatçıların, insanların bu hesapları kafasından şakır şakır yaptığını düşünmesi belki pek gerçekçi gelmeyebilir. Ancak Friedman'a göre bu kabulü kullanarak geliştirdiğimiz tahminler gözlemlerimizle doğrulandığı sürece, bu kabulde hiçbir sakınca yok. Mesela, yapraklarını güneşe çeviren çiçekleri düşünün. Bu çiçeğin yapraklarının ışık gören yerlerinin alanını, hareket hızını azaltan kısıtlar altında azamileştirmeye çalışması şeklinde modelleyebiliriz. Burada elbette, elinde kâğıt kalem, oturmuş alan hesabı yaparken düşünmüyoruz çiçeği. Biz sadece çiçeklerde gözlemlediğimiz davranışı temsil edecek bir kurgu yaratıyoruz. Aynı kurguyu daha sonra başka çiçeklerde tahmin yaparken kullanacağız. Niye aynısını iktisatta da yapmayalım?


Akılcılığın Deneylerle İmtihanı

İktisat bilimi çatısı altında ismini duyurmaya başlayan bir saha oluştu son zamanlarda: Nöroiktisat (sinir bilimsel-iktisat). Bu saha deneysel iktisadın biraz daha radikal bir şekli olarak düşünülebilir sanırım. Nöroiktisatta, insanlar laboratuarlara çağrılıyor, bir takım iktisadi etkileşimlere tabi tutuluyor. Bu etkileşimler sırasında beyin hakkında gözlemler yapılıyor ve hangi tür davranışların beynin ne tür hareketlerine karşılık geldiğini bulmaya çalışıyorlar. Bazı düzenli bulgulara göre insanlar çoğu zaman akılcılığa mükemmelce uymuyorlarmış. Bazı nöroiktisatçılar bunu iktisat içindeki akılcılık geleneğine karşı bir devrim gibi yorumlamışlar. Bunun üzerine Gül ve Pesendorfer [2], oldukça tartışma yaratan makalelerinde, iktisadın nasıl yapıldığını tartışmışlar ve nöroiktisatın akılcılığa karşı bir devrim gerçekleştiremeyeceğini iddia etmişler bu tartışma üzerinden. Kendileri makalelerinde Friedman'ın yukarıda gönderme yaptığım makalesine [1] gönderme yapmamışlar, ama yöntem tartışmaları Friedman'ın tartışmasıyla önemli benzerlikler taşıyor.

Gul ve Pesendorfer'a [2] göre iktisadi veri, insanların seçimleri ve onların sonuçları şeklinde iktisatçılara ulaşıyor; yani, iktisatçılar insanların tercihlerini ve beyinlerinde ne döndüğünü görmüyorlar ama sadece yaptıkları seçimleri ve seçimlerin sonuçlarını görebiliyorlar. Bu yüzden seçimlerden tercihler hakkında sonuçlar çıkarmaya yarayan “açığa çıkmış tercihler kuramı” (revealed preference theory) kullanılır iktisatta. İktisat, davranışlar hakkında tahminler yaptığı için son tahlilde, insanların gerçekte akılcı davranıp davranmadığı aslında önemli değil.

Önerici İktisat

Friedman [1] açıklayıcı iktisatla önerici (normative) iktisat arasında Keynes'in yaptığı ayrıma gönderme yapıp açıklayıcı iktisadın yöntemlerini tartışmıştı. Bu yüzden refah iktisadından (welfare economics) bahsetmemişti. Gul ve Pesendorfer [2] da benzer bir ayrımı yapıyor ama bilimsel bir saha olarak refah iktisadını açıklayıcı iktisadın bir parçası olarak görüyor. Onlara göre refah iktisadı “etkinlik” (efficiency) kavramını kullanarak hali hazırdaki kurumların, hükümetlerin davranışlarını değerlendirmek için bir çerçeve sunuyor. Böylece bir politika önerisi diğerinden ancak ve ancak iktisadi karar mercilerinin ortak seçimi olabilecekse daha iyi olarak algılanabilir. Eğer bir kurum etkin değilse, hangi seçimlerin, koşulların onu etkinsiz yaptığını anlamaya çalışırız. Bu yaklaşıma göre bir soyutlama olmayan bir kuruma veya insana önerilerde bulunan bir iktisatçı, öneride bulunduğu sırada sosyal bilimci olarak iktisatçı rolünü bir kenara bırakmış demektir.
Kısa bir not düşmek gerekirse, Friedman'ın [1] ve Gul-Pesendorfer'ın [2] makaleleri açıklayıcı iktisatla, önerici iktisadı birbirlerinden ayırıyorlar. Bu ayrımı Friedman kafa karışıklığını engellemek için şart görürken, Gul ve Pesendorfer ise bu ayrımı iktisatçıların aynı bilimi yapmalarına rağmen ahlak felsefesi soruları karşısında farklı tavır alabilmelerini sağlamak için değerli görüyor. Lucas'ın [3] eleştirisi ise açıklayıcı iktisada önerici iktisat karşısında bir öncelik tanıyor. Ancak her üç makalenin iddiaları önerici iktisatla açıklayıcı iktisadın ayrılabilmesine dayanıyor.

Önerici İktisadın Açıklayıcı İktisattan Ayrılamazlığı

Önerici iktisatla açıklayıcı iktisadın ayrımı açıklayıcı eylem alanının açıkladığı alandan bağımsızlığını varsayar. Doğa bilimlerinde, bu ayrım kolayca özne-nesne ayrımı şeklinde savunulabilir. Ancak sosyal bilimlerde böyle bir ayrım, bilimcilerin toplumun geri kalanından soyutlanması ölçüsünde mümkündür. Dolayısıyla normatif iktisadın pozitif iktisattan ayrık olabilmesi, iktisatçılar cemaatinin bilimsel metin üretme kurallarının sosyal alanın geri kalanından etkilenmemesini gerektirir. Öte yandan Lucas’ın ima ettiği tarzda bir normatif iktisadın imkânı yine bu birbirinden ayrık duran iki alt toplumdan (iktisatçılar cemaati ve toplumun geri kalanı) iktisatçılara açıklayıcı düşünceyle gerçekleşen bir üstünlük veriyor. Gül ve Pesendorfer’in pozisyonu ise bu ayrımı önerici iktisadın imkânsızlığı yönünde savunarak bu üstünlük fikrinden vazgeçmek oluyor bu durumda.

Ancak eğer iktisatçıların bilimsel metin üretme kuralları da içinde yaşadıkları toplumsal yapıdan bağımsız değilse ve toplumun geri kalanı da bir şekilde iktisatçılar cemaatinden anlamlı bir seviyede geri bildirim alabiliyorsa, o zaman her üç makale de kaçınılmaz olarak muhafazakâr bir rol kazanmış olur. Çünkü iktisatçılar için evrensel yöntemler olarak algılanan tavırlar, toplumun kalanının şu anki halinin mümkün olmasını sağlayan süreçlerin sonucu. Dolayısıyla, iktisatçıların kendi cemaatlerinin oluşumunu sorgulamalarına gerek bırakmayan ayrıklık kabulü onları aynı zamanda ortak tavırları doğal ya da kaçınılmaz bulmaya itiyor. Eğer bilim cemaatinin toplumsal olarak belirlenmesini sağlayan süreçler kaçınılmaz ise, bu süreçleri belirleyen daha temel süreçler de kaçınılmaz olur ve böylece toplumsal yapıyı kökten değiştirecek her türlü değişim önerisi imkânsız olarak görülür. Dolayısıyla normatif iktisat ya imkânsız olur ya da sadece mevcut durumu korumanın bir aracı haline gelir.

Gül ve Pesendorfer’in, önerici iktisadı ahlaki açıdan taraflı buldukları için açıklayıcı iktisatla sınırlamaları iktisadı, yine iktisatçıların bağımsızlığını kabul ederek açıklayıcı iktisadın ahlaki olarak tarafsız olduğunu ima ediyor. Ancak bu ayrıklık kabulü muhafazakâr bir kabul olduğu için aslında bu tavır da ahlaki olarak tarafsız olmaktan çıkışıyor. 

Akılcılık Kabulünün Ahlaki Sorumluluğu

Açıklayıcı iktisat ahlaki olarak tarafsız değilse, açıklayıcı iktisadın nasıl olacağı seçimi de ahlaki bir seçim haline gelir. Dolayısıyla, "verileri tahmin gücü yüksek kuramlar oluşmasına yardımcı olduğu sürece, insanların davranışlarının arkasındaki zihinsel süreci anlamamıza gerek yok" aynı zamanda ahlaki bir tavır haline geliyor. Üstelik üzerine inşa edildiği kabul gereği muhafazakar olanından. 

Akılcılık kabulü özelinde de bu muhafazakar tavrı görebilmek mümkün. Toplumdaki genel akılcılık, seçim vurgusu doğal olarak karşılandığı için iktisat cemaati tarafından, kendi yöntemsel akılcı bireycilik tavırlarını da evrensel bir bilim yöntemi olarak görülüyor. Ancak yöntemsel akılcı bireycilik tam da bireylere sahip olmadıkları bir güç atfederek onları aslında toplumdaki güç dağılımı karşısında hazırlıksız bırakan bir ideolojinin iktisat cemaatindeki uzantısı. İktisat cemaati toplumsal seçim ideolojisiyle akılcılık kabulü arasındaki bu ilişkiyi deşifre etmediği sürece, bu ideolojiye ve böylece toplumun şu anki haliyle muhafazasına katkıda bulunmuş olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder